24 Mayıs 2014 Cumartesi

acının adını Soma koyduk

yaklaşık iki hafta önce maden ocağının altında kaldık. aldığın nefesten utanır hale gelebiliyormuşsun. eğlenceli bir şarkı çalarken ağlayabiliyor, zihnini karartabiliyor; boğulabiliyormuşsun.

hiçbir kelime doğru anlatamıyor hissettiklerimi, hissettiklerimizi. 

301 can gidiyor bir yerde, üzüldüğün şeylere kızıyorsun. 

301 farklı acı, hikaye var. o 301 kişi değil ölen aslında, kalanlara ağlıyorsun. hep öyledir değil mi? ben onsuz nasıl yaşayacağım hissi ağlatır, onunla güzel anıların ağlatır, o olsa ne olurdu diye düşünmek ağlatır. 

301 ateş, 301 nefessiz geçen dakika, 301 farklı düşünce. 
boğulurken insan ne düşünür acaba, şu an şu odada nefes alamıyor olsam ne düşünürüm acaba?
yerin dibindeyken ne düşünürsün acaba? biri beni kurtaracak umuduyla beklerken ne düşünülür acaba? biri seni kurtarmadığında ne düşünürsün? artık bitti hissi ne düşündürür insana, neyi unutturur ya da. 

affettin mi mesela onu, ya da seni mi bekliyor yarın gece? çocuğun ne yapıyordur şu an? doğru soruyu soralım mı gücün kaldıysa? bundan sonra ne yapacak? 
sağır olan çocuğunu doktora kocasıyla götüren saf bir anne anlatıyor; o kadar saf ki, bu kelimeyi kullanırken gocunmadım. "şimdi o öldü" diyor, "hastaneye nasıl götüreceğim ben bu çocuğu? daha tedavisi bitmemişti ki." 

bilmediğimiz bir yerlerde, bilmek istemeyeceğimiz çığlıklar var. bazı yerler öyledir, hissedersin. bazı insanlar hisseder. çığlıkları duyarsın, ağlama seslerini. bazı yerlerin enerjisi öyledir. bulunduğun yerde birileri bağrır, bir yerleri tekmeler; geçmişte ne yaşanmış bilemezsin. bilme de. sorgulama da. 
acıyla yüzleşmek insanı delirtebilir. 

medyamızın yaptığı gibi.

1-ilk günden itibaren taner yıldız pompalaması yaşıyoruz. taner yıldız'ı öven başlıklar, "işçilerle çorba içti, işçilere gülümsedi, işçileri takip etti, eli is oldu, aynı gömleği üç gün giydi, taner baba kocamı bul, yıldızı parladı" gibi haberlerle. hükümet yönlendirmesinin alası, boyama çalışmasının en belirgin rengi taner yıldız. 
aslında olan; faruk çelik'in de söylediği gibi, ihmallerinden dolayı öldürülmüş 301 işçi. gömleği kirlenmesin diye madenden çıkan işçiye sarılamayan bir bakan. 

2-erdoğan ve takımı. biz çok dirayetliyiz, biz çok güçlüyüz. işçilerimiz de kazaya kurban gitti. büyük ülkelerde bunlar hep oluyor. 200 sene önce de olmuştu. diye diye Soma'ya gitti bir cesaret. 

normal bir ülkede markette alışveriş yaparken başbakanın oraya gelip sana yumruk atması olasılığı yok denecek kadar azdır. Türkiye'de şaşırtmıyor bunlar. protestolardan korkup markete sığınan dünya liderimiz, orada adamın birine yumruk atıyor. sonradan tokata döndü bu tanım ama olsun. dayak yiyen adamla da konuştuğum kadarıyla, dayak var. tehdit var ya da korku pompalaması var bu kez de. adam "aileme bir şey yaparlar diye korktum" diyerek defalarca ifade değiştirdi. 

erdoğan'ın çekirgeleri de boş durmadı tabi. onlar da tekme yumruk daldılar. cenaze evine gidip cenaze sahibini dövmek tanımı da hayatımıza girdi akp ile.

3-akp'nin pr'cısı olan gazetecilere parmak sallayıp duran, kalın gözlüklü kadın. bu kadın bildiğin olayın düğüm kahramanı aslında. akp'nin pr'cısı, aynı şirket 41 kişinin öldüğü pamukova tren kazasında da başroldeydi. 
böyle gözönünde bir ortak noktası bile olan akp ve şirket sorumlularının küsebileceğini düşünmek hayal. ceza falan kesilmeyecek kısacası.

4-şirket yetkilileri: basın toplantısında mikrofonları kaydırmak yerine yer değiştiren insanların kriz yönetmesini bekledik. içlerinde güven veren tek kişi vardı gözümde. o da geçtiğimiz günlerde "ister tutuklayın beni, ister öldürün. telefon rehberimdeki herkes öldü" şeklinde açıklama yapmıştı. ilk gün ise uğur dundar'ın programında işçiler kendilerini kurtaranın o isim olduğunu, hatta bir kez de ölüm tehlikesi yaşadığını baygınlık geçirdiğini ancak sonra tekrar madene girdiğini söylemişti. bunun dışında ise şirket üzerinde şöyle bir oyun döndü. 

ne olacaksa önce yandaş medyada görürüz. gelecek postası gibi. neyi vermek istiyorlarsa. taner yıldız övmek, şirketi yermek gibi. bir anda şirkete düşman oldu malum gazeteler. orada anladık ki hedefimizi oraya doğrulttuk. orada anladık ki göz boyamalık tutuklamalar, "benim işçimi kim öldürebilir söyleyin cehape zihniyeti, hepsini içeri tıktık" minvalinde konuşmalar olacak. öyle de gidiyor.

5-ölü sayısında karmaşa.
ilk günden beri açıklanan ölü sayısı birbirini tutmadı. taner yıldız çıkıp 301-302 gibi kapatacağız diyene kadar.
içeride kaç kişi var resmi açıklama yok, içeride kaç sağ var yok, kaç ölü var yok. dediği oldu. 301'de kapatıldı. dünyadan yardım kabul edilmedi ki rezilliğimiz çıkmasın ortaya. bir de erdoğan'ımız var ki evlere şenlik. ilk toplantıda çıktı 371 ölü dedi, bugün de çıktı 31 dedi. 
tamam prompter uzaktadır falan da. arkadaş böyle bir faciada rakam akılda tutulmaz mı? 31 nedir. nereye sıfırladınız o sıfırı...

6-emine hanım, hayrünnisa hanım ve diğerleri...
bu maddedeki diğerleri soma'yı ziyarete giden siyasi eşleri. göstermelik her olayda ağlayan kadınlar değil de güçlüleri gitti.
kendilerini tutamadılar da. selvi kılıçdaroğlu'ndan ziyade, ayakta duramayan rahşan ecevit'in soma'ya gitmesi... sessiz sedasız.

sözün bittiği yerdeyiz. hala bir istifa yok. hala kin kusmak var. hala unutturmaya çalışmak var. biraz görebiliyorsan gerçekleri, bu ülke yaşanmaz oluyor. zaten bu ülkede yaşamıyorduk o da var. bu ülkede daha çok ölüyoruz biz. 

1 Haziran 2013 Cumartesi

Bu bir sivil direniştir

Sosyal medyanın en güzel haliyle karşı karşıyayız. yorgunluğun dibine vurdum bu hafta, birçoğunuz da benim gibisinizdir şüphe yok. oku oku oku, biraz daha oku, yorumlamaya çalış, fotoğraflara bak, dehşete düş. dur dur düşme daha, kalk hemen yerinden, biraz biber gazı yedin diye düşülür mü? kalkamıyorsan da kaldırırlar korkma. herkes yardım ediyor. şaşırma buna. bu kez böyle.

türkiye'nin en güzel hali. fenerlisi evine galatasaray atkısıyla dönüyor, öyle bir şey.
bugün 6. gününe giriyoruz direnişin veya dirilişin. nasıl adlandırırsanız.

6 gün önce bir gece biz "bıdı bıdı" tweetlerken gündemdeki abuk sabuk şeylerden, başbakan erdoğan'ın klasik aşağılamalarından, kafamızı bulandırmak için söylediği cümlelerinden, bülent ersoy'un çiçek aranjmanı olarak hazırlanmış olan kafasından... birkaç kişi... çok da değil hakikaten bir avuç. sen üç de maksimum, ben beş. kişi... twitter'a girdi ve..." arkadaşlar gezi parkı yıkılıyor, biz buradayız, sabaha kadar bekleyeceğiz" yazdı...
bekleme süresi başladı. 20 kişiydiler, bir ağaçtı konu.

sabah sayı iyice arttı.
onlar kitap okuyup şarkı söylerlerken polis girdi alana, biber gazını, suyunu sıktı.
sayı biraz daha arttı.

tepkiler arttı arttı... belki başlangıcı bir ağaçtı, sonrasında iki ayyaş oldu, üç çocuk oldu...  yaşam tarzımıza müdahale oldu, içiyorsanız evde için oldu, 4x4 oldu,  kürtaj yasak oldu, babamıza gönderilen "kızınız hamile" mesajı oldu. roller değişti. kızlar babalarına mesaj gönderdi bu kez.

sosyal medyayı o kadar iyi kullandık ki, duyduklarımızı anında yaydık. hep birlikte örgütlendik. tencerelerle tavalarla döküldük alanlara. bir yerde pes ederiz diye umutsuzluğa kapıldık etmedik, son günlerde hep "helal olsun" dedik. fazla yara aldık yalan yok, gazları yedik. dinlendik biraz soluklandık, geri döndük. hiç boş bırakmadık. birleştik. hep birlikte hareket ettik. 

bu sırada yaraladıkları yerlerimizi kaşıyıp durdular. "oradaki ağaçlarda bunları sallandıracaksın, biz de 1 milyon kişi ile karşılarına çıkarız" şeklinde tehditvari konuşan başbakan oldu. dayanamaz olduk. tamamlandık. hepimiz sokaklardaydık.

bugün deli dana gibiydim mesela.
dün sadece tunalı eylemine katılmıştım.
bugün önce tunalı sonra hoşdere, sonra köşk, sonra kızılay, sonra tekrar tunalı'ya gittim.

duramıyorum çünkü. ilk kez bu ülkeye dair bir şeyden umutlandım. benim gibi insanlar varmış hatta benden daha sertleri varmış gördüm. boşa gitmiyormuş uğraşımız, haberleri vermek iyiymiş, anlıyormuş insanlar bizi, daha doğrusu anlayanlar varmış. 

dilerim başımızı birdaha kuma sokmayız, korkmayız. daha kötüsü olmayacağını bilmek rahatlatır, kaybedeceğin bir şey olmaması ise hepten özgürlük. biz şu an kuşlar gibi özgürüz.
Alanlarda karşılaşmak üzere.


23 Mart 2013 Cumartesi

ikiyüzlü medya

bu hafta kabus gibi şeyler yaşadım. bu gazetecilerde böyle olay. iyi bir şey yaptığın anda seni batırmak için çabalamaya başlarlar, açığını da yakaladıkları anda geçirirler. ki açığını da yakalarlar aslında. çünkü sen gelecek olana hazır değilsindir. bu hafta yaşadım yine bir ikiyüzlülük, yüzüme gülmece arkamdan pislik. istifa edeyim dedim. haber müdürüme söyledim, yok dedi, iyi dedim kaldım.bu işyerinde ilk kez bu noktaya geldim. artık sakinleştirici falan alacağım, çünkü bu insanlar tehlikeli, bu insanlar bizim gibi değil.

gazetecilerin ikiyüzlülüğü ile girdik konuya, ama yok mudur iyi gazeteciler, iyi insan olanlar... elbette vardır, henüz yeterince tanımadığın her gazeteci iyidir. geri kalanı fos. bu hafta da o foslukla sınandık aslında.

ntv'nin eski muhabirlerinden didem tuncay, abd büyükelçiliği'ndeki saldırıda yaralandı. gazeteciler normal şartlarda haber alma yarışına girerdi biliyorsunuz, gerekirse bacadan dalardı olay yerine, gerekirse camdan girerdi didem'in hastanedeki odasına. annesinin dibinden ayrılmazlardı, annesinin gözyaşlarını muhakkak fotoğraflarlardı. kaçar mı bu an? kaçmazdı. didem eski bir gazeteci, yani arkadaşları olmasaydı.

biz neler gördük hatırlıyor muyuz? kaç tane kanlar içinde fotoğrafa şahit olduk? hatırlar mısınız habertürk'teki o sürmanşeti, kadınları otoparkta beyzbol sopası ile dövdüğü iddia edilen genel yayın yönetmeni attırmıştı, sırtında kanlı bıçakla yerde yatan kadın. belediye otobüsüne molotof atılmıştı, serap adında bir kızcağızın boy boy yanmış fotoğrafını görmüştük anımsar mısınız? daha yakın tarih olsun hadi, bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesi'nde yatan arda kural'ın hastane fotoğrafları nasıldı? bir gazeteci pusuya yatmıştı camının önünde ve denk getirmişti. aziz yıldırım'ın eşkal tespit fotoğrafı sonra. öylece kaldı dimi aklımızda. bunlar sadece fotoğraflar özünde, neler neler yazıldı çizildi, yabancı turiste tecavüz hikayesi anlatıldı mesela yine o malum gazete, habertürk'te. "türk erkeğiyle imtihan" diye verildi. sarışın turistle saatlerce birlikte oldu diye olay anlatıldı, bir seks hikaye sitesinden farksız. haberi 'ıslatacak' her detay verildi.

bunları niye anlattım.
söz konusu didem olunca, yani "arkadaş" olunca ailesi çekilmedi hiç, ailesiyle konuşulmadı, didem'den ses gelmedi hiç, ilk gün erdoğan bir televizyon kanalında açıklama yaptı, "tek gözünü kaybetti" diye. gazeteci arkadaşları bunu yazanlara bile kızdı, didem'in yakınları okuyor bunu, utanmıyor musunuz böyle söylentiler yaymaya diye. erdoğan'a kızamadılar tabii ki, bu konuyu konuşanlara kızdılar.

ha çok mu önemliydi bu, değildi. ama hiçbir gazetecinin eli fotoğraf makinesine gitmedi nasıl olduysa, halbuki hatırlıyorum ben, dayak yiyen ünlüleri çektiğimizi, polisin dövdüğü çocuğun fotoğrafını bastığımızı, gizli kamera kayıtları hatırlıyorum. yanlış hatırlıyor olamam. 'gazeteciler' arkadaşlarıyla sınandı, haberin nasıl edepli yapılması gerektiğiyle yüzleştiler, ha bir şey değişti mi hayır... bu sadece bir seferlikti, sayılmadı.

yarın başka bir saldırıda, başkaları yaralanır. kopan bacakları da görürüz, onların deyimiyle 'kesikbaş'ları da. yeter ki benden uzak olsun da, haber yapalım, insanlıktan çıkalım.

19 Ocak 2013 Cumartesi

birand'ın iki kez ölmesi

mehmet ali birand bildiğiniz gibi geçtiğimiz perşembe günü hayatını kaybetti. ölmek için fazla canlı duruyordu ama bundan söz etmeyeceğim. arkasından söylenenler sonucu da ikinci kez ölmedi, kimse duymaz zaten.

durum, gazeteciler iki kez öldürdü. o kadar. ki bence bu hata değil, durumdur.

istihbaratın bir anda yön değiştirmesiyle ortaya çıkan durumdur.

şöyle anlatalım. birand'ın hayatını kaybettiğini sabah saatlerinde ilk duyuranlardan olduk. gerek çalıştığım kurum gerek ben, twitter'da...

sonra bir artistin (adını unuttum sahiden) "birand yaşıyorrr durun", demesiyle "ne oluyor yahu, niye dikkat çekmeye çalışıyor bu adam?" dedik. sonra da mehmet ali birand'ın oğlu umur birand'ın mesajını gördük.

bir anda öldü dediğimiz adam yaşıyor çıktı. beyin ölümü gerçekleşti dediğimiz adamın kalbi rahatsız çıktı. halbuki taziyemizi de iletmiştik. neler oluyor öyle...

twitter'da, ekşisözlük'te, facebook'ta ve benim bilmediğim siteler vardır elbet, kısacası sosyal medyada... herkes ağzına geleni saydı. "gazeteciliğin bittiği gün"  ilan ettiler oturdukları yerden. bulduğu her haberi adeta bot gibi paylaşan, copy paste'ci tipler küfretti, hakaret etti.

"birand'ın yetiştirdiği gazeteciler bu kadar olur" diyen oldu. çünkü zaten bu ülkede klavyeyi kullanabilen herkes kendini yarı gazeteci ilan edebiliyor, birand'ın yetiştirdiklerinden üstün görebiliyor, "şu haberi niye vermediniz satılmışlarrr, bu haberi medya görmedi yazıklar olsuuun!! hahah o muhalif kanal mı? o adam ne iş yapıyor ki yazık şovmen" yorumları yapabiliyordu. hakları vardı yani. hadsizdiler tamam.

bir de olayın içyüzüne bakalım.

sabah saatlerinde haber toplantısında müdür salona girer ve "birand'ı kaybettik başımız sağolsun" der. ağlamalar, üzülmeler derken haber, kanaldan dışarı yayılmaya da başlar. mesela kanald muhabiri bir mesajla duyurur bu vefatı... başımız sağolsun yazar. bir gazetede bir şeyi konuştuğunda görünmez mikrofonlar, ses kayıt cihazları, kameralar sana çevrilidir aslında. çevrili olmasa da olur, hepsi ortalama zekanın üzerinde ve her haberi en hızlı şekilde aktarmaya planlıdır. öyle de yaparlar. birkaç dakikada haber tüm gazetelere, televizyonlara uçar.

haber müdürümüz ölüm haberini verirken, internette bir gazeteci arkadaşım bana yazmıştı birand'ın ölüm haberini. bense o anda birand ile yıllarını geçirmiş, o meşhur 'öğrencilerinden' biriyle telefonda konuşuyor taziyelerimi iletiyordum.

haberden kimsenin kuşkusu yoktu. bize en güvenilir kaynaklardan gelen şey sabaha karşı beyin ölümünün gerçekleştiği, makineye bağlı olduğuydu.

işte siz tam bu sırada ölüm haberini internet üzerinden okudunuz.

biraz zaman geçti. hala taziyelerle gidiyordu durum. bir yazar o sırada kanald ekibiyle görüştüğünü, herkesin çok üzgün olduğunu söyledi.

o sırada cnntürk haber toplantısı vardı ekranda canlı yayında. ancak hiç bahsetmediler. ne doğruladılar ne yalanladılar.

şaşırdık nasıl vermiyorlar diye...

ve oğul birand, twitter'da ölüm haberini yalanladı.

işte o sırada panikledik bir. tekrar telefona sarıldık. herkes telefondaydı galiba.

bu sırada  kanala gelip haberi veren haber müdürü de twitter üzerinden durumu yalanladı.

öldüğünü biliyorsunuz ama ispatlayamıyorsunuz.

gazetecilere "araştırmadan haber yapıyorsunuz zıkkımlar, hiç bu işi bilmiyorsunuz" diyen twitter bilmişleri daha iyi görsünler durumu diye anlatma gereği hissettim.

bir haberi doğrulatabileceğiniz birkaç yer var.

yoğun bakıma ya da morga dalma şansınız yok.

ya hastaneye sorarsınız ya aileye, ya kurumuna ya dostlarına.

biz ikisine sorduk ve doğruladık.

haberi sonra çevirmeleri farklı manaya çıkar.

ister diyarbakır'a toz düşmesin diyin, ister erdoğan'ın programına zeval gelmesin. veya torununu bekledi, fişinin çekilmesi için de diyebilirsiniz.

ihtimaller çok.

bilmişlik yok. zira gördüğünüz üzere defalarca doğrulattığımız olayın elimizde patlamaya hazır bir şekilde bekletilmesi ve akşam saatlerinde patlatılması "bizim insiyatifimizde" değildi.

belki de tek soru şu...
neden bir gün önce değil de, birkaç saat önce öldürdük birand'ı?


22 Aralık 2012 Cumartesi

heyy kimse yok mu?

Blog yazıma klasik bir Twitter kullanıcısının ilk girişinde yaptığı gibi başladım. "Heyy kimse yok mu?, ben geldim millet, orada mısınız?, beni görüyor musunuz? şimdi bu tweeti nereye yazıyoruz? ben hiçbir şey anlamadım"

Böyle bir giriş yapma sebebim ise sıkılmayan bir sosyal medya kullanıcısı olmam. Sosyal medya ile ilgili neyi konuşuyorsak biriktirebileceğim bir alanım olsun istedim. Sosyal medyaya haddinden fazla önem veriyorum ve 2012'nin sonuna yaklaşırken, dilimi yani parmaklarımı çok yorduğum, beynimi çok ağrıttığım şeylerden hiçbirini hatırlayamadığımı gördüm, ki bu büyük bir kayıp. Unutulması normal ama unutulmazsa daha iyi diye düşünüyorum.

Sosyal medya gündemi çok hızlı, öyle ki sayfanın akma hızıyla gündem değişiyor. Sabahında ülkece başımıza gelen bir felaketi konuşurken, öğlen olmadan bir şarkıcının soyunması, bir futbolcunun ülkesine dönmesiyle çalkalanıyoruz.

Lafı fazla uzatmaya gerek yok aslında. Twitter da bu yüzden tuttu ya. Kısa kısa okuyup geçtiğimizden. 140 karakterden destek alıp gündeme hakim olduğumuzdan. 140 karakterde yazalım o halde: Bu blogta sosyal medyada en çok konuşulanların, televizyondakilerin, gazetelerin, kısacası gündemimizde olan her şeyin çetelesini tutacağız.

Hazırsak başlayalım. Yazdıklarım geliyor mu :)

1-İleri demokrasi çok ileri gitti. Öyle ileri gitti ki durduramadık.
İlk gündemimiz ODTÜ'lü öğrencilerin Erdoğan'ı, ODTÜ kampüsünde protesto etmesi ve sonrasında yaşadıkları talihsiz serüvenler dizisi.

İlk yazı olduğu için ilk konu da özel seçim. Göktürk-2 uydusunun uzaya gönderilmesi töreni sırasında ODTÜ'lü öğrenciler, kampüse 3000'in üzerinde polisle gelen Erdoğan'ı protesto ettiler. Ben sırf cesaretlerinden dolayı tebrik ediyorum onları zira savaşa gelen bir orduyla karşılaşıp hala protesto etmek artı bir cesaret işidir.
Bu protestolar sonucu yerlerde sürüklendiler, biber gazı yediler, tazyikli su yediler, vazgeçmediler. En sonunda polis sıkıldı, kampüsü terk etti.

Bu olaylar sırasında ODTÜ'lü öğrencilere destek yağarken, Erdoğan da büyük tepki çekti.

Ardından ODTÜ'lü öğrencilerin gözaltına alınma haberi geldi. İşte bu sosyal medyayı sarsan olay oldu. Twitter ve Facebook'ta örgütlenildi, (böyle dedim diye sosyal medyayı yasaklamasınlar) Ekşisözlük'te yayıldı ve ODTÜ'lülere destek için toplanıldı. Bu sırada öyle tweetler geldi ki, ODTÜ'nün karşısında kimse duramaz anlaşıldı. O gün Başbakan bir televizyon kanalında canlı yayına katıldı. Canlı yayında ODTÜ'lü öğrencilere ve öğretmenlere sert bir şekilde yüklendi. Öğretim görevlilerinin derse girmemesi konusunda, "Girseniz ne olur, girmeseniz ne olur. Sizin yetiştirdiğiniz öğrenciler anca bu kadar olur" dedi. Lakin Erdoğan'ın atladığı bir şey vardı. Fırlatılmasını izlemeye gittiği Göktürk 2 uydusu, ODTÜ'lü bir mühendisin elinden çıkmıştı. Bu da bir anda en çok konuşulanlardan oldu. İki gün sonra, cuma gecesi, öğrenciler serbest kaldı. Ama akıllarda şu tweetler yer etti:

@UfukUras
ODTÜ olduğu yerde duruyor, siz onla uğraşıp da yerinde duran bir iktidar gördünüz mü?

 @‏0ut0fTheBlueSky
Erdoğan’dan ODTÜ’ye:’Sizin yetiştirdiğiniz öğrenciler bunlarsa bu ülke batmış’ Ülkenin battığı doğru ama nedeni yanlış.Yinede ilerleme var.

@BilgeMirza
ODTÜ için ‘Öyle üniversiteden ancak böyle öğrenciler’ çıkar diyen Erdoğan sayılı üniversitelerden birini ve öğrencisini tek cümlede harcadı.


2- Twitter'a kıyamet geldi
Maya takvimine göre 21 Aralık'ın dünyanın son günü olması sosyal medyayı yıktı. Twitter'ın aklı selim kullanıcıları kıyameti tek kelimeyle yaşadı.

Her an konuşulan konu kıyamet oldu, yapılmayan hiçbir espri kalmadı.

Şirince mevzusu ise apayrı. Kıyametten etkilenmeyecek tek bölge İzmir'in Şirince bölgesi olarak duyuruldu. Şirince'ye gidip kıyametten kaçmak isteyenler, internetin vitrinine oturdu.

TSİ ile kıyametin 13.11'de kopyacağı duyuruldu. 13.11'de tweet patlaması yaşanırken, öncesinde ve sonrasında "kıyamet geliyor, hani kopmadı, kıyamet gelse de kopsak?" türü tweetler defalarca, onlarca, binlerce paylaşıldı.


3- Mustafa Misir, yani Condalton, başka bir deyimle Fucktroloji
Bu arkadaşı normalde tanımıyordum. Fucktroloji nickini görmüşlüğüm vardı ama Condalton'u hayır. Kendisini ATV'nin Kim 500 Bin İster yarışmasında tanıttı. "Herkes bir gün 15 dakikalığına şöhret olacak" cümlesindeki herkesin içine hızla daldı Condalton.

Yarışmacı kendini tanıtırken kitap okumadığını ama genel kültürünün çok iyi olduğunu söyledi. Babası ise "Oğlumun Twitter'da 100 bin takipçisi var. Ünlüler bile takip ediyor." diye övündü. İlk soruda elendi. (Elendiği soru: 9 ayın son günü deyimindeki gün hangi gündür? Cevap çarşamba olacaktı. Olamadı.)

Sonra niye bilmiyorum, öldürdük adamı. Saldırdık ama öyle böyle değil. Twitter'da gündeme oturdu, Facebook'ta daha bireysel şekilde iletilerle dalga geçildi, Ekşisözlük'te hakkında tam 27 sayfa, 200'ün üzerinde entry girildi. Sanki bize bir zarar vermiş gibiydi bu adam. (O soruyu bilmeliydin Condalton, yo dostum.) Adam bir soruyu bilememiş, elenmiş. Babası oğluyla bir şekilde övünmek istiyor, övünüyor. Bundan ötesinden bize ne ki? Bu adamın takipçi satın almasından tutun, cahil olmasına; okuduğu okulu bile yalan söylemesine, babasının parasıyla takipçi toplamasına kadar her şey konuşuldu. Bize zararı olmayan insanlara keşke bu kadar yüklenmesek. İyileri ayırt edemeyecek noktaya geliyoruz.
(Fotoğraf twitter'dan alıntı, alt yazısıyla birlikte paylaşılıyordu, bozmadım)

4-AK gençlikten şok tweet! Şafak Pavey'e büyük ayıp
Bu tweet normalde birkaç hafta önce atılmıştı. Ancak haber bülenlerine ancak yetişti. CHP Milletvekili Şafak Pavey'e AKP Malatya Gençlik Kolları MYK Üyesi Melik Birgin, “Allah bir bacağını almış, hâlâ küfürden uyanmazsın, nedir bu inatçılık!” tweetini attı. Onun adına utandık. İnsanlıktan çıkış filmini izler gibi baktık. 'Acaba bu bir kıyamet belirtisi mi' diye düşündük. İyi yüklendik ama, çok kınadık. Hakaret de ettik kimimiz. Hesabını kapatmak zorunda kaldı Birgin. Partiden ihraç edileceği haberi de geldi çok geçmeden.
Konuyla ilgili aşağıdaki tweet, en fazla paylaşın tweet olurken, #ŞafakPaveyOnurumuzdur hashtagi de Türkiye'nin trend topic listesine yani gündemine girdi.

@Halimeroj
Şafak Pavey'e “Allah bir bacağını almış, hâlâ küfürden uyanmazsın" diyen AKP'li yönetici! Allah senden insanlığı almış, hâlâ konuşuyorsun!

5-Esra Ceyhan çok bozdu, halbuki dedem ne çok severdi...
Dedemin belki onbes yil önce severek izlediği Esra Ceyhan'dan eser kalmamış. Daha önce "hamileyken dekolteli arkadaşlarınızı evinize almayın" diyen Esra Ceyhan bu hafta sevgisizliğiyle sosyal medyada konuşulanlardan oldu. İşadamı Aziz Hortoğlu 1 yıl önce ölen kedisi Panter için Kırklareli'nde 5 dönüm tarla alarak, kediye mermerden mezar yaptırdı.
16 yıllık dostuna bu mezarı yaptıran Hortoğu, Esra Ceyhan'ın programında konu edildi. Önce mezarı yaptıran Hortoğlu'nun videosu ve mezar gösterildi, ardından Esra Ceyhan'ın kahkahaları geldi.

Ama o kadar gülüyor ki, gözlerinden yaş geldi. Kediye mezar yaptırılır mıymış? İnsandan arkadaşı yok muymuş hiç. Bu hastalıkmış. Oradaki profesörler (kimdir bilmiyorum) bunun hastalık olduğunda hemfikir oldular. Hayvanları sevmenin yanlış, insanları sevmenin güzel olduğu konuşuldu. Keşke konuşulmasaydı. Bin düşün bir konuş derler. Hele düşünemediğin şeyi konuştuğunda böyle kötü duruma düşersin.

6-Nihat Doğan takipçisinin bacısına küfretti
Şarkıcı Nihat Doğan, Twitter'da "en sevdiğim şey kış günü evde oturup dvd izlemek" yazdı. Bir takipçisi de geçtiğimiz yıl yaşanan otel skandalını hatırlatarak, "İzzet de var mı?" diye sordu.

Doğan'ın cevabı ise tepki toplayacak cinstendi, buyrun:

 








7-Haftanın Zaytung aktörü: Lütfü Türkkan
MHP Milletvekili Lütfü Türkkan, ODTÜ'de Erdoğan'ı protesto ederken polis müdahalesiyle yaralanan Barış Barışık'ı ziyaret etti. 
Ancak ziyaretinin gecesinde Facebook sayfasında ülküdaşlarından özür diledi. Türkkan, Barış'ın geçtiğimiz hafta Ankara Üniversitesi'nde kendisini protesto eden gruptan olduğunu çok geç öğrenmişti.

Barış da aslında, Türkkan'ın bu ziyaretine çok şaşırmıştı. Ancak bu şaşkınlık kısa sürdü, her şey rayına oturdu. Türkkan, Facebook hesabında 'Barış' ziyaretinden dolayı özür diledi. Sosyal medyada da gündem oldu elbette.

8-Kocaman istifa
Fenerbahçe Teknik Direktörü Aykut Kocaman'ın 3-1 malubiyetle biten Karabükspor maçı sonrasında istifasını açıklaması sosyal medyada adeta titreşim etkisi yaptı.

Sarsıldık, sarsıldık durduk. Kimisi bunu yeni yıl için kocaman bir hediye olarak görürken, kimi de bu istifayı zamansız buldu. Kocaman'ın istifası yönetim tarafından kabul edilmedi. Kocaman bir gün daha düşünmek istediğini bildirdi. Ancak iki günün gündeminin Kocaman olacağını söylemek zor değil.

@According_to-Aykut Kocaman istifa etti. Doğru mu Samet? + ....