1 Haziran 2013 Cumartesi

Bu bir sivil direniştir

Sosyal medyanın en güzel haliyle karşı karşıyayız. yorgunluğun dibine vurdum bu hafta, birçoğunuz da benim gibisinizdir şüphe yok. oku oku oku, biraz daha oku, yorumlamaya çalış, fotoğraflara bak, dehşete düş. dur dur düşme daha, kalk hemen yerinden, biraz biber gazı yedin diye düşülür mü? kalkamıyorsan da kaldırırlar korkma. herkes yardım ediyor. şaşırma buna. bu kez böyle.

türkiye'nin en güzel hali. fenerlisi evine galatasaray atkısıyla dönüyor, öyle bir şey.
bugün 6. gününe giriyoruz direnişin veya dirilişin. nasıl adlandırırsanız.

6 gün önce bir gece biz "bıdı bıdı" tweetlerken gündemdeki abuk sabuk şeylerden, başbakan erdoğan'ın klasik aşağılamalarından, kafamızı bulandırmak için söylediği cümlelerinden, bülent ersoy'un çiçek aranjmanı olarak hazırlanmış olan kafasından... birkaç kişi... çok da değil hakikaten bir avuç. sen üç de maksimum, ben beş. kişi... twitter'a girdi ve..." arkadaşlar gezi parkı yıkılıyor, biz buradayız, sabaha kadar bekleyeceğiz" yazdı...
bekleme süresi başladı. 20 kişiydiler, bir ağaçtı konu.

sabah sayı iyice arttı.
onlar kitap okuyup şarkı söylerlerken polis girdi alana, biber gazını, suyunu sıktı.
sayı biraz daha arttı.

tepkiler arttı arttı... belki başlangıcı bir ağaçtı, sonrasında iki ayyaş oldu, üç çocuk oldu...  yaşam tarzımıza müdahale oldu, içiyorsanız evde için oldu, 4x4 oldu,  kürtaj yasak oldu, babamıza gönderilen "kızınız hamile" mesajı oldu. roller değişti. kızlar babalarına mesaj gönderdi bu kez.

sosyal medyayı o kadar iyi kullandık ki, duyduklarımızı anında yaydık. hep birlikte örgütlendik. tencerelerle tavalarla döküldük alanlara. bir yerde pes ederiz diye umutsuzluğa kapıldık etmedik, son günlerde hep "helal olsun" dedik. fazla yara aldık yalan yok, gazları yedik. dinlendik biraz soluklandık, geri döndük. hiç boş bırakmadık. birleştik. hep birlikte hareket ettik. 

bu sırada yaraladıkları yerlerimizi kaşıyıp durdular. "oradaki ağaçlarda bunları sallandıracaksın, biz de 1 milyon kişi ile karşılarına çıkarız" şeklinde tehditvari konuşan başbakan oldu. dayanamaz olduk. tamamlandık. hepimiz sokaklardaydık.

bugün deli dana gibiydim mesela.
dün sadece tunalı eylemine katılmıştım.
bugün önce tunalı sonra hoşdere, sonra köşk, sonra kızılay, sonra tekrar tunalı'ya gittim.

duramıyorum çünkü. ilk kez bu ülkeye dair bir şeyden umutlandım. benim gibi insanlar varmış hatta benden daha sertleri varmış gördüm. boşa gitmiyormuş uğraşımız, haberleri vermek iyiymiş, anlıyormuş insanlar bizi, daha doğrusu anlayanlar varmış. 

dilerim başımızı birdaha kuma sokmayız, korkmayız. daha kötüsü olmayacağını bilmek rahatlatır, kaybedeceğin bir şey olmaması ise hepten özgürlük. biz şu an kuşlar gibi özgürüz.
Alanlarda karşılaşmak üzere.


23 Mart 2013 Cumartesi

ikiyüzlü medya

bu hafta kabus gibi şeyler yaşadım. bu gazetecilerde böyle olay. iyi bir şey yaptığın anda seni batırmak için çabalamaya başlarlar, açığını da yakaladıkları anda geçirirler. ki açığını da yakalarlar aslında. çünkü sen gelecek olana hazır değilsindir. bu hafta yaşadım yine bir ikiyüzlülük, yüzüme gülmece arkamdan pislik. istifa edeyim dedim. haber müdürüme söyledim, yok dedi, iyi dedim kaldım.bu işyerinde ilk kez bu noktaya geldim. artık sakinleştirici falan alacağım, çünkü bu insanlar tehlikeli, bu insanlar bizim gibi değil.

gazetecilerin ikiyüzlülüğü ile girdik konuya, ama yok mudur iyi gazeteciler, iyi insan olanlar... elbette vardır, henüz yeterince tanımadığın her gazeteci iyidir. geri kalanı fos. bu hafta da o foslukla sınandık aslında.

ntv'nin eski muhabirlerinden didem tuncay, abd büyükelçiliği'ndeki saldırıda yaralandı. gazeteciler normal şartlarda haber alma yarışına girerdi biliyorsunuz, gerekirse bacadan dalardı olay yerine, gerekirse camdan girerdi didem'in hastanedeki odasına. annesinin dibinden ayrılmazlardı, annesinin gözyaşlarını muhakkak fotoğraflarlardı. kaçar mı bu an? kaçmazdı. didem eski bir gazeteci, yani arkadaşları olmasaydı.

biz neler gördük hatırlıyor muyuz? kaç tane kanlar içinde fotoğrafa şahit olduk? hatırlar mısınız habertürk'teki o sürmanşeti, kadınları otoparkta beyzbol sopası ile dövdüğü iddia edilen genel yayın yönetmeni attırmıştı, sırtında kanlı bıçakla yerde yatan kadın. belediye otobüsüne molotof atılmıştı, serap adında bir kızcağızın boy boy yanmış fotoğrafını görmüştük anımsar mısınız? daha yakın tarih olsun hadi, bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesi'nde yatan arda kural'ın hastane fotoğrafları nasıldı? bir gazeteci pusuya yatmıştı camının önünde ve denk getirmişti. aziz yıldırım'ın eşkal tespit fotoğrafı sonra. öylece kaldı dimi aklımızda. bunlar sadece fotoğraflar özünde, neler neler yazıldı çizildi, yabancı turiste tecavüz hikayesi anlatıldı mesela yine o malum gazete, habertürk'te. "türk erkeğiyle imtihan" diye verildi. sarışın turistle saatlerce birlikte oldu diye olay anlatıldı, bir seks hikaye sitesinden farksız. haberi 'ıslatacak' her detay verildi.

bunları niye anlattım.
söz konusu didem olunca, yani "arkadaş" olunca ailesi çekilmedi hiç, ailesiyle konuşulmadı, didem'den ses gelmedi hiç, ilk gün erdoğan bir televizyon kanalında açıklama yaptı, "tek gözünü kaybetti" diye. gazeteci arkadaşları bunu yazanlara bile kızdı, didem'in yakınları okuyor bunu, utanmıyor musunuz böyle söylentiler yaymaya diye. erdoğan'a kızamadılar tabii ki, bu konuyu konuşanlara kızdılar.

ha çok mu önemliydi bu, değildi. ama hiçbir gazetecinin eli fotoğraf makinesine gitmedi nasıl olduysa, halbuki hatırlıyorum ben, dayak yiyen ünlüleri çektiğimizi, polisin dövdüğü çocuğun fotoğrafını bastığımızı, gizli kamera kayıtları hatırlıyorum. yanlış hatırlıyor olamam. 'gazeteciler' arkadaşlarıyla sınandı, haberin nasıl edepli yapılması gerektiğiyle yüzleştiler, ha bir şey değişti mi hayır... bu sadece bir seferlikti, sayılmadı.

yarın başka bir saldırıda, başkaları yaralanır. kopan bacakları da görürüz, onların deyimiyle 'kesikbaş'ları da. yeter ki benden uzak olsun da, haber yapalım, insanlıktan çıkalım.

19 Ocak 2013 Cumartesi

birand'ın iki kez ölmesi

mehmet ali birand bildiğiniz gibi geçtiğimiz perşembe günü hayatını kaybetti. ölmek için fazla canlı duruyordu ama bundan söz etmeyeceğim. arkasından söylenenler sonucu da ikinci kez ölmedi, kimse duymaz zaten.

durum, gazeteciler iki kez öldürdü. o kadar. ki bence bu hata değil, durumdur.

istihbaratın bir anda yön değiştirmesiyle ortaya çıkan durumdur.

şöyle anlatalım. birand'ın hayatını kaybettiğini sabah saatlerinde ilk duyuranlardan olduk. gerek çalıştığım kurum gerek ben, twitter'da...

sonra bir artistin (adını unuttum sahiden) "birand yaşıyorrr durun", demesiyle "ne oluyor yahu, niye dikkat çekmeye çalışıyor bu adam?" dedik. sonra da mehmet ali birand'ın oğlu umur birand'ın mesajını gördük.

bir anda öldü dediğimiz adam yaşıyor çıktı. beyin ölümü gerçekleşti dediğimiz adamın kalbi rahatsız çıktı. halbuki taziyemizi de iletmiştik. neler oluyor öyle...

twitter'da, ekşisözlük'te, facebook'ta ve benim bilmediğim siteler vardır elbet, kısacası sosyal medyada... herkes ağzına geleni saydı. "gazeteciliğin bittiği gün"  ilan ettiler oturdukları yerden. bulduğu her haberi adeta bot gibi paylaşan, copy paste'ci tipler küfretti, hakaret etti.

"birand'ın yetiştirdiği gazeteciler bu kadar olur" diyen oldu. çünkü zaten bu ülkede klavyeyi kullanabilen herkes kendini yarı gazeteci ilan edebiliyor, birand'ın yetiştirdiklerinden üstün görebiliyor, "şu haberi niye vermediniz satılmışlarrr, bu haberi medya görmedi yazıklar olsuuun!! hahah o muhalif kanal mı? o adam ne iş yapıyor ki yazık şovmen" yorumları yapabiliyordu. hakları vardı yani. hadsizdiler tamam.

bir de olayın içyüzüne bakalım.

sabah saatlerinde haber toplantısında müdür salona girer ve "birand'ı kaybettik başımız sağolsun" der. ağlamalar, üzülmeler derken haber, kanaldan dışarı yayılmaya da başlar. mesela kanald muhabiri bir mesajla duyurur bu vefatı... başımız sağolsun yazar. bir gazetede bir şeyi konuştuğunda görünmez mikrofonlar, ses kayıt cihazları, kameralar sana çevrilidir aslında. çevrili olmasa da olur, hepsi ortalama zekanın üzerinde ve her haberi en hızlı şekilde aktarmaya planlıdır. öyle de yaparlar. birkaç dakikada haber tüm gazetelere, televizyonlara uçar.

haber müdürümüz ölüm haberini verirken, internette bir gazeteci arkadaşım bana yazmıştı birand'ın ölüm haberini. bense o anda birand ile yıllarını geçirmiş, o meşhur 'öğrencilerinden' biriyle telefonda konuşuyor taziyelerimi iletiyordum.

haberden kimsenin kuşkusu yoktu. bize en güvenilir kaynaklardan gelen şey sabaha karşı beyin ölümünün gerçekleştiği, makineye bağlı olduğuydu.

işte siz tam bu sırada ölüm haberini internet üzerinden okudunuz.

biraz zaman geçti. hala taziyelerle gidiyordu durum. bir yazar o sırada kanald ekibiyle görüştüğünü, herkesin çok üzgün olduğunu söyledi.

o sırada cnntürk haber toplantısı vardı ekranda canlı yayında. ancak hiç bahsetmediler. ne doğruladılar ne yalanladılar.

şaşırdık nasıl vermiyorlar diye...

ve oğul birand, twitter'da ölüm haberini yalanladı.

işte o sırada panikledik bir. tekrar telefona sarıldık. herkes telefondaydı galiba.

bu sırada  kanala gelip haberi veren haber müdürü de twitter üzerinden durumu yalanladı.

öldüğünü biliyorsunuz ama ispatlayamıyorsunuz.

gazetecilere "araştırmadan haber yapıyorsunuz zıkkımlar, hiç bu işi bilmiyorsunuz" diyen twitter bilmişleri daha iyi görsünler durumu diye anlatma gereği hissettim.

bir haberi doğrulatabileceğiniz birkaç yer var.

yoğun bakıma ya da morga dalma şansınız yok.

ya hastaneye sorarsınız ya aileye, ya kurumuna ya dostlarına.

biz ikisine sorduk ve doğruladık.

haberi sonra çevirmeleri farklı manaya çıkar.

ister diyarbakır'a toz düşmesin diyin, ister erdoğan'ın programına zeval gelmesin. veya torununu bekledi, fişinin çekilmesi için de diyebilirsiniz.

ihtimaller çok.

bilmişlik yok. zira gördüğünüz üzere defalarca doğrulattığımız olayın elimizde patlamaya hazır bir şekilde bekletilmesi ve akşam saatlerinde patlatılması "bizim insiyatifimizde" değildi.

belki de tek soru şu...
neden bir gün önce değil de, birkaç saat önce öldürdük birand'ı?